Kapat

Doğu Afrika'da Yaşamak

Kenya Dadaab’da yaşanılan zorluklar, temel insani meseleleri gündemimize taşıyor.

DADAAB’DA MÜLTECİ OLMAK

Dadaab’da mülteci olmak; Doğduğun toprakları terk edip yüzlerce kilometrelik çölü geçerken biraz arkanda artık yürüyemeyecek ve hayata tutunamayacağını bildiğin yavrunun arkasında duran akbabanın, çocuğunun ölmesini beklediğini bilerek onu orada bırakmak zorunda kalmak.

Dadaab’da mülteci olmak; Çocuklarının her geçen gün gözünün önünde eriyip bittiğini görmek.

Dadaab’da mülteci olmak; İlk önce kocanı, sonra da evlatlarından en büyük erkek çocuğunu toprağa verip dul kalmak.

Dadaab’da mülteci olmak; Kalan az sayıda evlatlarının arasından “ Hangisini daha çok besleyeyim de kardeşlerine daha fazla fayda sağlasın?” diye evlatlarının arasında seçim yapmak zorunda kalmak.

Dadaab’da mülteci olmak; Çalı çırpıdan yapılmış altı metrekarelik barakada çoluk çocuk sekiz kişi yaşayabilmek.

Birçoğunuzun “Dadaab mı, orası da neresi?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ne yalan söyleyeyim 2015 yılı kurban faaliyeti için Kenya’ya gideceğimi öğreninceye kadar ben de bilmiyordum.  Bu seneki görev yerim Kenya Dadaab’da bulunan ve yüzde doksandan fazlası Somalili olmak üzere, yaklaşık 800.000 kişinin yaşadığı dünyanın en büyük mülteci kampı olma özelliğine sahip Dadaab Mülteci kampıydı. Beşir Derneği adına ben, Ergun Çolak ve Bahri Altınışık olmak üzere üç kişilik bir heyetle birlikte, 21 Eylül günü Mısır hava yollarına ait uçakla Atatürk havaalanından 18.10 da yola koyulduk. Heyecanlı ve bol muhabbetli bir uçak yolculuğunun ardından Mısır üzeri aktarmalı olarak sabah saat 07.00 sularında vardığımız başkent Nairobi, sabah güneşinin tüm sıcaklığı ile karşılamıştı bizleri. Hava alanında Türkiye’den gelen diğer dernek heyetleri ile bir araya gelip bir müddet hasbihal ettikten sonra saat 10.00 civarında menzilimize doğru yola revan olduk.

Dadaab, Kenya’nın Somali sınırına 30 km uzaklıkta bir yerleşim birimi. Dadaab mülteci kampı Kenya’nın Dadaab ilçesine 12 km uzaklıkta yer almakta. Aynı zamanda bu mülteci kampı Garissa şehrine 121 km, başkent Nairobi’ye ise 488 km uzaklıkta. Başkent Nairobi’den Garissa şehrine kadar yaptığımız yaklaşık 365 km lik zorlu yolculuktan sonra geceyi burada geçirme kararını alıyoruz ekip olarak. Akşam 21.00 sularında RİDA derneğinin burada bulunan yetimhanesini ziyaret edip bizi bekleyen küçük yürekli kardeşlerimiz ile hasret gideriyoruz. Yetimhanede kalan yüz kardeşimiz bizleri kuran tilavetleri ile karşılıyorlar. Sabah çıkacağımız ve oldukça zor olduğu söylenen Dadaab yoluna dinç olarak çıkabilmek için çocuklar ile teker teker tokalaşıp vedalaştıktan sonra geceyi geçireceğimiz otele yerleşip istirahate çekiliyoruz.

Garissa’dan sonra o çukurlu ve tümsekli asfaltı arar hale geldik. Çünkü bundan sonrasında asfalt yol yoktu. Böylece meşakkatli olan yolculuğumuz daha bir meşakkatli hal aldı. Yolda giderken cipimizin lastiğinin aniden patlaması ile ufak bir heyecan da yaşıyoruz. Yol kenarlarında ceylan, geyik, gazel, deve kuşu gibi hayvanlarla karşılaşınca Afrika da safarideymişsiniz gibi hissedebiliyorsunuz.  

Dadaab’taki bu mülteci kampı ilk olarak 1990 yılında kurulmuş. İnsanlar buraya açlık ve kuraklığın pençesinden kurtulmak için büyük bir umutla gelmişler. Somali’den 200 km lik yolu yaya olarak alan Somalililer ölüm yürüyüşü olarak adlandırılan zorlu bir yolculukla buralara ulaşmışlar. Hafızalarımıza kazınan akbabanın yerde yatan çocuğun arkasında beklediği o meşhur fotoğrafın, bu yolda çekilmiş olduğunu, dolayısıyla bu zorluklarla dolu göç yoluna ölüm yolu denmesinin sebebini de öğreniyoruz. Bu zorlu yolculuğu tamamlayamayan ve yolda hayatlarını kaybeden yaşlılar ve çocukların kimisi yollarda mezarlıklara gömülmüşler. Kimi anneler ise yolda kucağında ölen bebeklerini kampa kadar taşıyıp orada gömmüşler. Tüm bu detayları öğrendikçe dernek olarak ne kadar doğru bir yerde olduğumuzu bir kez daha anlıyoruz.

BM ve Kenya hükümeti tarafından görevlendirilmiş olan bölgenin güvenlik sorumlusunu ziyaret edip, resmi olarak yapacağımız kurban faaliyeti hakkında bilgilendirmelerimizi yaptıktan sonra konaklayacağımız yere geçiyoruz.  Ertesi günün plan ve programını yaptıktan sonra yabancı ve alışılmamış bir mekânda olmanın heyecanı ile istirahate çekiliyoruz.

Bayram sabahı, bayram namazının coşkusu ile otelden çıkıp tüm bölge Müslümanlarının birlikte namaz kıldığı araziye doğru yola çıktık. Meydana vardığımızda etrafımıza toplanan çocuklara yanımızda getirdiğimiz balon ve Türk bayraklarımızı dağıttıktan sonra, pür dikkat hutbe dinleyen cemaatin meraklı bakışları arasında yerimizi alıyoruz. Kıyafetlerimizde bulunan Türk bayrağı motiflerini gördüklerinde yüzlerindeki gülümseme ve rahatlığı görünce ise biraz gurur, biraz da mutluluk karışımı bir hisle yerimizi alıyoruz aralarında. Biraz ürkek ama bir o kadar da meraklı bakışları ile aramıza sızma çabalarını gördüğümüz küçük bir Afrikalı kardeşimizi ona belli etmeden aramıza alarak bayram namazımızı eda ettikten sonra kurban kesimi yapacağımız yere doğru yola çıkıyoruz.

Sadece belgesellerde izlediğim sarı ve sıcak çöl kumlarının üzerinde, kesim yapacağımız kamp bölgesine doğru ilerlerken, bir yandan da kamp sakinlerinin hayat şartlarının git gide ne kadar zorlaştığını hayret ve şaşkınlık içerisinde izliyoruz. Yaklaşık yedi sekiz kilometre ilerledikten sonra büyük bir çoğunluğu ağaç dalları ve çalılardan yapılmış barakalarından çıkıp yüzlerindeki tebessümleri ile bizleri selamlayan halka karşılık vererek kesim alanına varıyoruz.

Ufak tefek taşkınlıklar ve sıkıntılar yaşansa da yetmiş deve kesimi ile bizlerde vekâletleri bulunan kurban bağışçılarımızın üzerimizdeki sorumluluklarını sorunsuz bir şekilde yerine getirmenin haklı gururunu yaşayıp, sabırsız bir şekilde bekleyen halka dağıtımlarını izlemeye koyulduk. İnsanları izlerken, Beşir Derneğinde yapmış olduğum görevler sayesinde bu zamana kadar birçok ihtiyaç sahibi aile ve insan gördüğümü fakat hayatımda hiç gerçek manada aç insan görmediğimi fark ettim. Bunun üzerine birde insanların kesilen hayvanların derilerini alıp derinin iç yüzeyinde kalan et parçalarını sıyırıp yediklerine şahit olunca daha da utandığımı hissettim. Çünkü onları görünce bu zamana kadar ne kadar zor şartlarda olursak olalım hiç acıkmamış olduğumun gerçeği ile yüzleştim

Siz hiç yolda yürürken ayak izi gördünüz mü?

Bu da ne demek? Tabii ki de gördük.

Böyle soru mu olur? …

Ben ise çöl kumunda yürürken, boyutlarına bakıldığında küçük bedenlere ait olduğu belli olan ayak izleri gördüğümde,  bu zamana kadar yolda gördüklerimin gerçek anlamda ayak değil ayakkabı izleri olduğunu fark ettim. Çünkü burada çocuklar dahil hemen hemen herkesin ayakları gerçek manada yere basıyor. Bundan dolayı mıdır bilmem ama tüm bu olumsuzluklara rağmen, genci yaşlısı, çoluğu çocuğu olmak üzere tüm insanların yüzlerinden tatlı tebessümleri hiç eksik olmuyor.

Görevimizi layıkı ile ifa etmenin sevinci ile zafer kazanmış birer komutan edasında yurdumuza dönüş hazırlıklarına koyuluyoruz. Gelmiş olduğumuz cefalı yolu kat ederek başkent Nairobi’ye doğru yol alırken, geride bıraktıklarımızı düşünmeden kendimizi alamıyoruz.

Yurdumuza, kendi hayatımıza döndüğümüzde, geçirmiş olduğumuz her an içerisinde Dadaab’da;

Her gün çeşitli sebeplerden dolayı çocuklar ölmeye,

Anneler dul kalmaya ve çocukları arasında tercih yapmaya,

Hanelerin mevcudu kaç olursa olsun BM nin vermiş olduğu iki kg un, iki kg pirinç, iki kg yağ ve iki kg mısır ile bir ay boyunca karınlarını doyurmaya çalışmaya,

Ama en önemlisi ayaklarında ayakkabıları dahi olmayan bu insanlar, tam bir şükür ve teslimiyet içerisinde ayakları yere basmaya devam edecek.

Yüzlerinde hiçbir zaman eksik olmayan tebessümleri ile birlikte…


Fotoğraf Galerisi