Genel Başkanımız Fatih Sarıyar'dan Mostar Dergisi'ne Mülakat
Beşir Derneği Genel Başkanı Fatih Sarıyar, İnsanlığın Kriz Çağında "İnsani Yardım" başlığıyla Ekim ayı okurlarının karşısına çıkan Mostar Dergisine mülakat verdi. Osmanlı Göç Politikaları, İnsani yardım ile küllerinden doğan devlet Somali ve Geçmişten günümüze tekke ve zaviyelerin insani yardımdaki önemi gibi konuların işlendiği, Derginin Ekim ayı için özel konuğu Beşir Derneği Genel Başkanı Fatih Sarıyar oldu.
İnsani yardımın tanımlaması ve önemi hakkında yapılan söyleşinin tamamı aşağıdadır;
İslâm dünyasında bundan 20- 30 yıl öncesine
veya yarım asır öncesine gittiğimizde bu kadar gündemimizde değildi insanî
yardım. Yani özellikle insanlar arası iletişim arttıkça insanların içinde
yaşadığı kriz daha fazla gündemimize taşındıkça ve belki müslümanların
ulaşılabilirliği arttıkça insanî yardım da daha fazla gündemimize gelmeye
başladı. Siz Beşir Derneği’nde bunca yıllık tecrübe ile öncelikle sahaya
indiğinizde ilk neyi fark ettiniz?
Yardımlaşmak aslında insanlığın var
olduğundan beri bireyler arasında süregelen bir husus. Kurumsallaşma ise
aslında son çeyrek yüzyılda daha ön plana çıkmış, Osmanlı’nın son zamanlarında
kurumsal yapılar kurulmuş, Hilal-i Ahmer ile bu belli bir seviyeye getirilmiş.
Türkiye’de de son 25-30 yılda insanî yardım kurumsal bir hal aldı. Sahaya biz
aslında vakıf medeniyetinin torunları, mirasçıları olarak indiğimizden dolayı
bir kültürle gidiyoruz ve gittiğimiz coğrafyalarda zaten ecdadımızın ilmek
ilmek dokuduğu bir sosyal doku ile karşılaşıyoruz. Her ne kadar simalar,
şahıslar değişmiş olsa da kültür ile gelen, öğreti ile gelen bir kardeşlik var
sahada. Yıllardır bekleniyormuşuz, neden geç kaldığımıza ve niçin ihmal
edildiklerine dair bize sürekli sorular soruyorlar. Bugün Türkiye, Osmanlı
İmparatorluğu’nun bakiyesi olan yerlerde insanî yardım anlamında sahada olmak
için gayret sarf eden STK’larla dolu. Birçok kurumsal yapımız -elhamdülillah-
birçok coğrafyada mazlum ve mağdurların yanında olarak onlarla kucaklaşıyor ve
bu tabi sahada oluşan muhabbet ve kardeşliğin yeniden hayat bulmasına vesile
oluyor.
Gittiğinizde özellikle eksik hissettiğiniz,
keşke ülkemizden işte şu kadrolar da -ilim kadroları gibi, üniversite-devlet
teşkilatı gibi- şu seviyede olsaydı dediğiniz bir şey var mı?
Tabi, birçok şey var. İnsanî yardım
alanında hizmet veren bir kuruluş olduğumuz için gittiğimiz coğrafyaların çoğu
mağdur ve mazlum coğrafyalar. Yoksulluk içerisinde kalmış veya bırakılmış
coğrafyalar. Bunlar aslında bulundukları kıtalardan ve ülkelerinin
özelliklerinden dolayı değil yine başka insan elleriyle yoksullaştırılmış
tarihleri yok edilmiş, medeniyetleri yok edilmiş ve cahil bırakılmış,
sömürülmek suretiyle tamamen desteğe muhtaç hale getirilmiş topluluklar. Bu
anlamda gittiğiniz zaman insanî yardım başta olmak üzere eğitim, sağlık,
şehirleşme, altyapı, ticaret gibi ilgili teşekküllere ihtiyaç duyuyorlar.
Düşünün tedavi edilebilir en basit hastalıklardan dolayı hayatlarını
kaybediyorlar. Çok kolay elde edilebilecek imkanlar oralarda çok lüks olarak
görülebiliyor. Bu anlamda oralara giderek küçük dokunuşlarla birçok şeyi
başarabiliriz. Somali’de biz bunu gördük. 2011 yılında Somali açlık ve kıtlık
nedeniyle çocukların ölümüyle kamuoyunu harekete geçirdi. Türkiye’den başta
devlet kurumlarımız olmak üzere sivil toplum kuruluşlarımız Somali’ye gittiler
ve geçtiğimiz 8 yıllık süreç içerisinde Mogadişu’da gittiğimizden bugüne kadar çok
ciddi bir değişim var. İnsanlar şehrin içerisinde bir çeşit sera
diyebileceğimiz naylon çadırlarda yaşıyorlardı. Şimdi bugün bakıyorsunuz yollar
asfaltlanmış, kaldırımlar yapılmış, temizlik hizmetleri başlamış, şehir
aydınlatılmış, hastaneler kurulmuş, eğitim kurumları faaliyet gösteriyor.
Devlet kurumları hem güvenlik anlamında kendini donatıyor hem de işletme ve
iktisadi anlamda kendini kalkındırıyor. Bu işte tamamen Türkiye’deki sivil
toplum kuruluşlarının gerek insanî yardım gerek eğitim kuruluşlarının, gerek
sağlık kuruluşlarının, devletimizin ve belediyelerimizin oralara giderek
dokunuşlarıyla bir halk bir ülke bir anda değişime uğradı. Demek ki insanî
yardımla bir devlet kalkınabiliyormuş. Nitekim buraya bir ordu girmedi. Buraya
herhangi bir barış gücü bir sükunet ve kalkınma hareketi başlatmadı yani. Evet,
o anlamda sahada olmak çok önemli. Bakın bizler müslümanlar olarak inananlar
olarak sahada zaten kendi dinimizin gerektirdiği öğretiler ve inançlarımızla
düşenin elinden tutup ayağa kaldırmamız lazım. Biz sahada olmazsak başkaları
sömürmek için orada olur. Onlar da güya insanî yardım adını kullanıyor, eğitim
adını kullanıyor, sağlık adını kullanıyor ve gittikleri her yerde yapmak yerine
tarihi yıkıyor, bir nesli yok ediyor. Ecdadımız da böyle yapmıştı. gittikleri
yerlerin örf ve adetlerini muhafaza ettiler, şehirlerini mamur kıldılar.
Maalesef sömürgeci zihniyet bütün coğrafyaları önce yok etmeye sonra kendine
muhtaç etmeye yönelik kurulmuş Biz olmadığımız zaman bu topraklar zulme her
zaman açık olacak. Zulmeden de her zaman çok olacaktır. İnanın biz bir selamla
gitsek onların getireceği milyon dolarlardan daha kıymetli. Çünkü biz onların
kardeşiyiz ve yanınızdayız diyoruz. Onlarla bir selamlaşmamız bir kucaklaşmamız
başkalarının onlara vereceği paralardan maldan mülkten daha kıymetli. Bizim bir
bağımız var çünkü.
Osmanlıda bir anlayış var “İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın.” Sömürgeci zihniyet parçala, böl ve yönet ile hareket etti,
ediyor. Sonra da kapitalist dünyaya muhtaç hale getiriyor, üretiyor ve satıyor.
Peki, insanî yardım sadece kuyu açmak mıdır yahut orada makarna, çocuk bezi,
battaniye, çeşitli günlük tıbbi ihtiyaçları ya da çeşitli barınma imkanları
sağlamak mıdır? Yoksa insanî yardım deyince, gıdadan tıbbi malzemeye eğitimden
ekonomiye, istihbarattan askeriyeye genişliyor mu?
Mesela orada biz askerî üssümüzle eğitim
veriyoruz, ülkemize askerler polisler geliyor eğitim alıyor, doktorlar geliyor
Türkiye’de eğitim alıyor. Yani geniş anlamda bakabiliriz. Çünkü insanı
ilgilendiren bir konu. Mesela insanın karnı açsa veya cahilse ilme ulaşamıyorsa
ne bileyim güvenliği yoksa bunları ona sunabilecek bütün hizmetler aslında o
topluma bir hizmettir. Biz Somali’ye 2011 yılında gittiğimiz zaman şunu gördük,
binlerce km uzaktan kuraklıktan aç sefil kalmış, ailesini yitirmiş, çocuklarını
yitirmiş, eşini yitirmiş ailelerin günlerce yaya olarak kat ettikleri yollarda
şehre gelip insanî yardım beklediğini gördük. Herşeyden ümitlerini kesmiş
insanlar gördük. Milyonlarca insan... Belki bir gelen olur diye. Çünkü niye bin
km’lik yerden kalkıp gelsin ki. Çünkü yardımlar sadece oraya gelebiliyor,
Mogadişu’ya gelebiliyor dünyaya açılan kapı o. Diğer yerlerde terör örgütleri
var, çeteler var, farklı yapılar var oraya yardım ulaşsa da ulaşamayacak yani.
İnsanlar bütün evini barkını tarlasını herşeyini bırakıyorlar akrabalarını
bırakıyorlar toprağa serdiklerini bırakıyorlar ve yolda on kişi çıktıkları yolu
belki üç kişi bitirebiliyorlar. Çünkü yolda hastalık, salgın, açlık var. Aynı
şekilde her duraklarında bir sevdiğini toprağa gömen insanları gördük biz
orada. Öyle ki kampa yeni gelen aileler vardı biz ilk gittiğimiz zaman. Kampta
bir düzen kurulmuş gelen kişi başı su ekmek veriliyor ve kişiler de nüfusu
kadar bundan istifade edebiliyorlardı. Bir anne bebeği kucağında vefat ettiği
halde onu kimseye haber vermiyor diğer çocukları için bir ekmek ve bir su daha
fazla alabilmek için. Ne zamanki çocuk kokmaya başlıyor insanlar farkediyor. O
zaman bu annenin o ıstırabını, çaresizliğini orda en iyi o şekilde
anlayabildik. Bu kadar çaresiz bir halk vardı. Türkiye’den onlarca sivil toplum
kuruluşu oradaydı ve kimse yoktu sahada. Kimse can güvenliği tehlikesi olan
yere gelmiyordu. Yardım yapacak olanlar havalimanına geliyorlar paketleri
bırakıp gidiyorlardı. Kimse halk arasına karışmıyordu Türkiye’den giden STK’lar
dışında. Siz diyorlardı nasıl gidebiliyorsunuz nasıl geçebiliyorsunuz, nasıl
gezebiliyorsunuz? Yani şimdi bir mazlum var, din kardeşlerimiz var. Bir de
onlar da insan yani. İnsan olarak bakmamız lazım. Kendi can güvenliğimizden
vazgeçerek oralarda aslında çalışmalar yaptık biz. Türkiye Sağlık Bakanlığı bir
şehir hastanesi yaptı, şu anda belki o bölgedeki ülkelerdeki en büyük hastane.
Modern bir yapıyla donatıldı. Bütün üniteleri var; çocuk, kadın ve diğer
ameliyathaneler falan ciddi anlamda var ve burdan sürekli doktor gidiyor yani.
Sağlık kadrosu da buradan gidiyor. Sürekli doktor gidiyor, başhekim türklerden,
sağlık teknisyenleri, çocuk doktorları, cerrahlar hepsi yine Türkiye’den
gönüllü olarak gidiyorlar. Kendi çocuklarını bırakıyorlar, üç ay dört ay orada
Somali’nin çocuklarına bakıyorlar ve bu 8 yıldır devam ediyor. Biz bir halkı
yaşatmanın derdindeyiz. Bir tarihi yaşatmanın derdindeyiz aslında. Somali
müslümanların sığındığı coğrafyaydı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanında
Habeşistan olarak bilinen bir bölge bir iklim. Şimdi o halden bu hale gelmiş
bir toplum var baktığınız zaman ve bunu yaşatmak için gerçekten çok gayret
sarfedildi. Şu anda orada mesleki eğitim liseleri açıldı, ilkokullar,
ortaokullar açıldı. Beşir Derneği olarak biz oraya ortaöğretim anlamında 500
kişilik okul yaptık, yetimhane yaptık. Başka kurumlar farklı okullar yaptılar.
Balıkçılık, tarım özellikle gıda temini üzerine eğitimler verildi. Balık tutmak
için eğitimler verildi. Yani ciddi bir balık imkanı var ama hem donanım
açısından gemileri, kayıkları yok ve balık yenmesin diye bir hurafe çıkarılmış.
İşte, balık yemek haramdır gibi. Ki Şafiî olan bir coğrafya aslında. Denizdeki
her şey helal onlara. Ama şunu sonradan anladık ki bu da yine o sömürgeci
devletlerin bir oyunu. Onların gemileri onların açıklarında bu balıkları
tutuyorlar ve dünyaya pazarlıyorlar. Sonradan bu değişmeye başladı.
Biliyorsunuz o bölgede korsanlar icad oldu gelen gemileri soyan. Kimse
yaklaşmasın, kimse buraya gelmesin. Türklere karşı saldırılar oldu. Nitekim
birilerinin desteği ile o korsanlar da tam donanımlılar.
O zaman burada şöyle bir şey ortaya
çıkmıyor mu? Somali’nin bize öğrettikleri diye kitaplar tezler yazmak lazım
değil mi?
Kesinlikle. Tabi kurumlarımız yeni. Zaten
bizim böyle bir tecrübemiz yoktu yani. Ve en uzun yardım kampanyası. Bugün
Suriye ile eş zamanlı başlayan bir şeydi çünkü. Biz Somali’de yardıma
başladığımız günlerde Suriye’deki iç karışıklık başladı, sınırımıza insanlar
yığıldı. Bizim Somali dışında, bölgesel bir kriz veya bir afet dolayısıyla
uzandığımız yerler var. Mesela Arakan var. Pakistan’a deprem ve benzeri
şeylerden dolayı gittik. Sonra Darfur, Somali var. Beşir Derneği’nin yıl
içindeki çeşitli faaliyetleri var. Mesela şu an bir Mushaf-ı Şerif projesi var.
Biraz da bu projelerden ve uzandığınız coğrafyalardan biraz bahsetseniz. Tabi
şöyle Beşir Derneği birçok alanda faaliyet gösteriyor. Yani gıda, barınma,
eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel alanlarda birçok çalışmamız devam ediyor.
Tabi ağırlıkla muhacirler üzerinde çalışıyoruz. Somali ve Arakan gibi… Aynı
şekilde Suriye içerisinde bir bölgeden bir bölgeye ve başka ülkelere giden
muhacirler üzerinde çalışıyoruz. Tabi bir insanın karnını doyurmak yetmiyor.
Çünkü bu sürdürülebilir değil. Bir insanın kendine yetebilir hale getirilmesi
önemli. Bunun için eğitim şart. Küçük bir çocuksa bunu normal eğitim süresinde
okula gitmesi lazım. Yetişkinse kendi el becerisi ile yapabileceği ve kendi
ekonomisine katkı sağlayacağı işlere yöneltmek lazım. Gıdayı verirken eğitimini
de vereceksiniz. Bir müddet sonra kendine yeter hale getireceksiniz. Bir
tecrübe kazandıracaksınız. Sonra toplumla uyumlu yaşamayı öğretmeniz lazım, bir
toplumda yer edinmeyi öğretmeniz lazım. O zaman mesela Türkiye’ye gelip bazı
tecrübeleri burada görüp ülkelerine dönmeleri de bu eğitimin bir süreci.
Kesinlikle. İşte, Türkiye’ye getiriliyor farklı ülkelere götürebiliyorsunuz.
Orada yaşadıkları gördükleri öğrendikleri ile geri dönüyorlar ve halkına bunu
anlatıyorlar. Komşularına, akrabalarına bunu anlatıyorlar ve doğal bir
etkileşim başlıyor. Aslında insanî yardımın temeline baktığımız zaman kurak bir
toprağa önce tohumları ekmek sonra sulamak sonra onunla ilgilenmek ve orayı
yeşertmek gibi bir şey aslında insanî yardımın temeline baktığımız zaman. Tek
başına bir alanda bunu başaramazsınız. Çok yönlü gayret lazım ki geleceğe
yönelik sorunun çözülmüş halde aktarabilelim. Ama bugüne kadar birçok operasyon
birçok faaliyet sorunu tamamen pansuman etmiş ama yarayı iyileştirememiştir. Bu
yüzden insanî yardım alanının kendini kurumsal olarak geliştirmesi gerekiyor.
Yani devamlı yardım eden değil hani bir tabir vardır herkes bilir; balık
vermeyi değil balık tutmasını öğretmek lazım. Aklıma Avrupa’nın veya ABD’nin
yardımlarını helikopterle yukarıdan atması geldi. Hatta kutuların üzerinde
nasıl açıp nasıl yiyeceğine kadar tarif ediyor. Aslında bu çok da bilinçli bir
şey o zaman. Tabi, üretmeyin bize muhtaç kalın, çünkü ne kadar kendine muhtaç
ve bağlı bir toplum meydana gelirse o kadar onları sömürebilirler. Ama siz ne
kadar onlara kendi başlarına yetmeyi öğretebilirseniz, kendilerine yettikleri
gibi başkalarına da faydalı olacaklardır.
Peki, şu anda insan yardım olarak bu alanın
kurumsallaşması anlamında nelere ihtiyaç duyuyoruz? Yani mesela Türkiye’de
kanun eksikliği açısından veya alanın paydaşları açısından neler lazım
Türkiye’de?
Çok hayati bir soru yönelttiniz. Öncelikle
bileceksiniz ki başkalarına da öğretebilesiniz. Bilinçli gitmek gerekiyor. Yani
bir stratejinizin olması lazım. Gittiğiniz zaman insanlara verebileceklerinize
dair önünüzde bir yol haritası lazım. Son 20-30 yılda nerede bir afet olmuş
nerede bir kıtlık var, açlık var -Allah rızası içinne doldurursak ceplerimize,
ellerimize sahaya inmişiz, insanları kucaklamışız, dağıtmışız. Sonra çıkmış
gelmişiz. Yaptığımız şey bu kadar. Devamı? Devamı yok. Sürdürülebilir değil.
Dokunduğumuz insanlar daha sonra ne oldu bilmiyoruz yani bunun takibini
yapamamışız. Yani yaptığımız şeyin bir metodolijisi yok. Tamamen Allah rızası
için gitmişiz.
Bu durumda, toplanan ve yapılan yardımların
israf olması riski de var mı?
Yani verimli kullanamıyoruz. Belki israf
değil yine ihtiyaç sahiplerine götürülüyor veriliyor, teslim ediliyor ama verim
önemli. Yani az kaynakla çok daha fazla insana ulaşmak ve bunu oradaki
insanların geleceğini etkileyecek şekilde yapmak önemli olan. Bu anlamda
üniversitelerimizin kesinlikle insanî yardım sektöründe görev alacak
personellerin yetiştirilmesi lazım. Mesela bize staj için gelen öğrenciler var,
bazı bölümler zorunlu koşuyor bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak bir
müddet çalışması gerektiğini.
Peki bölümüyle de irtibatlı bir tercih mi?
Yok, farklı alanlardan da gelebiliyor.
Tamamen sosyal faaliyet alanında. Bu da güzel ama keşke öğrenim gördüğü alanla
irtibatlı olarak gelenler de olsa. Aslında ben de onu diyecektim. Keşke bütün
nesillerimize hem insanî yardımı bir duygu ve bir de akademik bir bilgi olarak
öğretebilsek. Yani şimdi az önce bir örnek verdiniz, Batılı yardım kuruluşları
helikopterlerle paketler atıyor insanlara, insanlar havadan gelen paketleri
kapış kapış bir itiş kakışla onları almaya çalışıyorlar. Kaotik bir ortamda
yapılan yardım nerede, sizin gidip insanları kucaklayarak onlara hal hatır
sorarak işte durumlarını yakinen temas ederek verdiğiniz yardım nerede? Bir
yöntemi olmalı yapacağınız şeyin ve bunun bilimsel bir metodolojisi
çalışılmalı, şekli çalışılmalı. Ondan sonra mesela fıkhi boyutu var. Bu noktada
da çalışmalara ihtiyaç var. Zira ülkemizden giden yardımlar hep dinî amaçla
yapılıyor. O zaman maksada uygun olmalı. Mesela Mushaf-ı Şerif projesindeki hat
tercihi. Evet, biz bir Kuran-ı Kerim dağıtacağız. Tamam dağıtalım. Çok güzel.
Nasıl yapacağız? İşte çok güzel bizim Türkiye hatları var, Osmanlı hatları var.
Ama yok öyle değil. Oranın kültürü, hattı var. Onların öğrendiği şekilde
yapmalıyız, biz toplumların kültürlerini değiştirmeye gitmememiz lazım. Biz
onları kendi kültürleriyle yaşayabilecekleri hali sunmamız lazım.
İslâm dünyasından omuz omuza
verebileceğimiz insanî yardım kuruluşları var mı?
İslâm Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları
Birliği diye bir teşekkül var ve İstanbul merkezli. Yaklaşık 70 ülkeden 500’e
yakın sivil toplum kuruluşu da üyesi. Ne zaman kuruldu bu birlik? Yakın yakın.
O zaman yeni bir ihtiyaç bu. Yani yeni keşfedilmiş bir ihtiyaç aslında. Yani
şimdi burada bir tecrübe paylaşımı oluyor. Toplantılar oluyor aylık ve yıllık
toplantılar oluyor. Hatta fuarlar yaptık. Yani insanî yardım sektörüne yönelik
fuarlar yaptık, dernekler geldiler. Birbirlerini tanıdılar hangi faaliyetleri
yapıyorlar hangi yöntemlerle yapıyorlar şeklinde bir etkileşim var. Ama bunun
daha ileriye taşınması ve daha sıkı ilişkilerin geliştirilmesi gerekiyor. Bu
anlamda daha işin başındayız. Allah razı olsun, bize vakit ayırdınız. Allah
sizden de razı olsun.
- Geri Dön
- Paylaş