“Beni Bırakma” filmi sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor
Filmin çekimlerini
Şanlıurfa’daki kamplarda gerçekleştiren Begiç,“Sanat benim için bir yiyecek
kadar önemli. Kendi öz değerlerimizi ancak sanatla yaşatabiliriz. Çekimler
sırasında Suriyeli çocuklara da bu bilinci aşılamaya çalıştım” diyor.
Filmleri dünyanın
farklı ülkelerindeki festivallerde ödüle layık görülen Saraybosnalı ünlü Yönetmen
Aida Begiç, bu kez Suriyeli çocukların yaşadıklarını beyazperdeye aktarıyor.
Çekimleri Şanlıurfa’da
gerçekleşen ve prodüktörlüğünü Beşir Derneği’nin üstlendiği filmde Begiç,
kimsesiz ve yetim çocukların hayat hikayelerini onların ağzıyla anlatıyor.
“Kar” ve “Çocuklar”
adlı filmlerden farklı olarak bu kez eğlenceli ve komik sahnelere de yer veren
Begiç, Bosna Hersek savaşını yaşamış biri olarak çekimler boyunca çocuklarla
hayli iyi anlaşmış. Saraybosna kuşatması sırasında sinema ve tiyatroya gitmeyi
ihmal etmediğini söyleyen yönetmen “Sanat benim için bir yiyecek kadar önemli.
Kendi öz değerlerimizi ancak sanatla yaşatabiliriz. Aslında çekimler sırasında
Suriyeli çocuklara da bu bilinci aşılamaya çalıştım” diyor.
Geçen hafta Kadın ve
Demokrasi Derneği’nin (KADEM) konuğu olarak İstanbul’a gelen Begiç ile yakında
Türkiye’de ve dünyada vizyona girecek filmi “Beni Bırakma” ve sinema üzerine bir
röportaj gerçekleştirildi. Yeni Şafak Gazetesi muhabiri Aylin İzmir’in
gerçekleştirdiği röportajda Yönetmen Begiç, “Beni Bırakma” filmi hakkında
önemli bilgiler verdi.
KARAMSARLIĞA YER YOK
- “Kar” ve “Çocuklar”
adlı filmlerinizde savaşın insanlarda, özellikle kadınlarda ve çocuklardaki
izlerini beyazperdeye taşıdınız. Bu filmlerinizde karamsarlık hakimdi. Yeni
filmde neler bekliyor bizleri?
İlk farklılık şu, ben
bu filmde karamsarlığı hakim kılmadım. Film Şanlıurfa’da çekildiği için oranın
etkileyici ve büyüleyici havasını yansıtmak istedim. Görüntü yönetmenimle de
bunu yapmaya çalıştık. İkincisi de bu film sadece çocukların dünyası ve bakış
açıları üzerine kurulu. Yetişkinlerin değer yargılarıyla bağlantılı bir şey
değil...Bütün insanlar onların dünyasıyla bir şekilde bağlantı kurabilirler.
- Bu filmde sevgi ve
umut teması hakim diyebilir miyiz?
Evet, kesinlikle. Umut
ve sevgi her zaman var ve aslında bunlar bu filmin sloganı olabilir. Filmin
içinde komik ve hisli şeyler de var. Hayata ait mutluluk eğlence kısacası
çocuklarla ilgili her şey bu filmin içerisinde yer alıyor. Yani sadece depresif
detaylar yok.
- Peki çekimler
sırasında çocuklarla olan diyaloğunuz nasıldı?
Benim savaşı bizzat
yaşamış olmam onlarla empati kurmamda çok etkili oldu. Çocuklara atölye
çalışmaları düzenledik. Onların yeteneklerini keşfetmelerini sağladık. O
süreçte hayata daha umutlu baktılar. Ben Bosna’da yaşadığım güzel eski günleri
hatırlıyorum. Yani benim bir ülkem vardı ve orada yaşadığım güzel günleri
anımsıyorum. Fakat savaşın içinde doğup büyümüş bir çocukta ciddi bir travma
oluşur ve ülkesi için pek bir şey hatırlamaz. Hatırladığı tek şey savaş ve kaos
olur. Özellikle travma geçiren yetişkenlerle büyüyen çocukların kafalarında
Suriye diye bir kavram yok. Bir ülkeleri anavatanları yok. Fakat yetişkinler
babaannesinin bahçesinde kiraz yediğini biliyor. Bu durum onların ileriki
yaşantılarında da izler bırakacak.
POLİTİK BİR MESAJ
VERMİYORUZ
- Kadın bir yönetmen
olmanın olumlu bir getirisi oldu mu sizce filme?
Her zaman kadın
yönetmen olmak daha zordur. Çünkü erkeklerden iki kat daha iyi olmak
zorundasınızdır. Hatalarınız olmamalı. Onların dünyasında yer edinebilmek için
daha çok çalışmanız gerekiyor. Aslında bu pozitif bir şey değil.
- Bu film için 13
farklı ülkeden gelen bir ekiple çalıştınız. Neden böyle bir şey yaptınız?
Proje bizi böyle bir
şeye sürükledi. Farklı kültür ve düşünce tarzından insanların bir araya
gelmesiyle yaptığınız iş de zenginleşmiş oldu. Rengi, dini, dili farklı olsa da
hepimiz aynı duyguları yaşadık. Müslüman ve başörtülü bir yönetmenle Şanlıurfa
gibi bir yerde çalışmak onları korkuttu ama daha sonra o bölgeye aşık oldular.
Hatta aileleri bile ilk etapta onlara engel olmuş. Bu bölgenin özellikle bu
dönemde çok tehlikeli olduğundan bahsetmişler. Ama ekip geri döndüğü zaman
Türkleri ve Suriyelileri tanımaktan büyük mutluluk duydular.
- Filme karşı
İslamofobik tepki olur mu?
Bu film politikayla
alakalı bir film değil. Yani politik bir mesaj vermiyoruz. Ben sadece
insanların yaşadığı güzellikleri göstermek istiyorum. Bunu ancak sanat ve
filmle hissettirebileceğimizi düşünüyorum. Bu anlamda İslamofobik bir tepki
beklemiyorum.
MÜLTECİLERE OLAN
ÖNYARGILARI YIKMAK İSTİYORUM
- Son yıllarda
mültecilerle ilgili çok fazla film çekiliyor. Siz bu filmler içinde kendi
filminizi nereye koyuyorsunuz ve yapılan filmleri yeterli buluyor musunuz?
Yapılan çalışmalar var
tabii. Örneğin Almanya’da bir keresinde bir arkadaşım parkta yatan bir göçmene
“Burada mı yaşamak iyi yoksa Türkiye’de mi?” diye sormuş. O “Kesinlikle
Türkiye’de yaşamak iyi” demiş. Ben de filmimde Türkiye’de yaşamanın onlar
açısından daha iyi olabileceğini göstermeye çalışıyorum. Filmi izleyenler az
çok bunun farkına varacak. Mültecileri kötü, hırsız gibi düşünenler ise filmi
izleyince bir şok geçirecekler. Bu filmde insanlara aktarmak istediğim şey şu
aynı şeyleri yaşamış biri olarak diğer insanların da benzer duyguları
yaşamasına aracı olmak. Ama bu konuda ne kadar başarılı olabilirim bunu
bilmiyorum.
- Yeniden mültecilerle
ilgili bir film yapmayı düşünüyor musunuz?
Hayır, şu an için böyle
bir planım yok. Birlikte çalıştığımız insanlar da sosyal olarak yapabileceğimiz
her şeyi yaptığımızı söylüyorlar. Ama zaman neler getirir bilemeyiz.
SETE NE İSTEDİĞİMİ
BİLEREK GİDİYORUM
- Gerek senaryoyu
yazarken gerekse sinemada çekim yaparken kitlelerin ne diyeceğine ve daha sonra
gelen tepkileri öngörüp ona göre mi hareket ediyorsunuz?
İlk iki filmimde
belirlenmiş sahnelerle çekim yaptım. Dolayısıyla diyaloglar, sahneler
belirliydi. Hiçbir zaman bir metne bağlı kalacaksınız diye bir şey yok. Bundan
ziyade bütün senaryoyu vermek yerine sahne sahne diyalogları ve hikayeleri
oyuncularla paylaşıyorum. Sete her zaman ne istediğimi bilerek gidiyorum. Bu
çok önemli. Setten bir gece önce tüm sahneyi oturup yazıyorum. Bir sanatçı
‘Ailem ne der?, izleyenler ne der?’ diye işe başlarsa hiçbir şey üretemez hale
gelir. Halbuki sizin elinizde bir materyal var. Bu materyale doğrudan konsantre
olmanız ve bir çocuk gibi bütün dünyadan kopup konsantre olduğunuz materyal
üzerine çalışmanız gerekir.
KÜLTÜR OLMADAN KİMLİK
OLMAZ
- Sinema dünyaya bir
şeyler söylemek üzere yapılan bir sanat dalı. Sizin filmlerinizde de bir
şeyleri anlatmanın kaygısını görüyoruz.
Sadece bir şeyler
söylemek için mi sinema yapıyorsunuz yoksa estetik ve kültürel kaygılarınız da
var mı?
Diyecek bir şeyi
olmayan film yapmaz. Dolayısıyla bizler sanatın da yiyecek kadar önemli
olduğunu düşünüyoruz. Saraybosna kuşatma altındayken elektrik, su her şeyden
yoksunduk. Ama bizler yine de hayatlarımızı riske atarak tiyatro, sinema ve
konsere giderek sanat tüketimi yapıyorduk. Çünkü sanat tüketimi bize kendi öz
değerimizi kazandırıyor. Suriye'deki çocuklara da bu bilinci aşılamaya
çalıştım.
Siz benim bedenimi
öldürebilirsiniz. Ama benim bir ruhum var ve onu da beslemem lazım. Ve biz bunu
kültür olmadan kimliğimiz olmadan devam ettiremeyiz. Bu nedenle filmlerimde
kültürel fonları kullanmayı önemsiyorum.
-
O halde sinema yoluyla kitlelere kültürel değerleri de aktarmış oluyorsunuz...
Bazı şeyler vardır ki
onun hakkında sadece sinema üzerinden iletişim kurabilirsiniz. Hepimiz sokakta
birbirimizi görüyoruz, iletişim kurabiliyoruz. Ama sinema üzerinden
birbirimizin hayatını derinlemesine inceleyebiliyoruz. “Ben bunu bilmiyordum,
olaya hiç bu taraftan bakmamıştım” diyoruz. Örneğin Suriyeli çocuklarla
tanıştık ama onunla yetinmedik. Onlar büyük bir depresyondaydılar. Filmle
birlikte daha mutlu ve daha umutlu hale geldiler. Onlarla iletişim kurmaya devam
ediyoruz. Bazen insanlara bir bağ kurmanın yolu sanat oluyor.
Fotoğraf Galerisi
- Geri Dön
- Paylaş